25 Temmuz 2015 Cumartesi

OG Günlüğü | 25.07.2015

25 Temmuz Cumartesi

Bu sefer saat atmayacağım günlüğüme. Ne de olsa aradan saatler bile geçse düşüncelerimde en ufak bir değişme bile olmayacak. 

Bitiyor. Her şey bitiyor ve elimden bir şey gelmiyor. Tüm gün yattım, her şeyi düşündüm, bir şeyler yapmalıyım dedim. Aklımı kurcalayan şeyleri bir türlü atamıyorum. Düşünceler beynimi ele geçiriyor, yavaş yavaş dolduruyorlar. Telefonumu aldım ve rastgele birilerine mesaj attım: İçelim mi? 

Dikkate almıyorlar, asla da almayacaklar. Önemsiz, değersiz hissetmek böyle işte. Ben ister istemez onlarca hayata dahil oldum ve şimdi o hayatlardan kendimi koparmaya çalışıyorum. Başaramayacağım, bunu biliyorum. Merve bana demişti, burası bir virüs gibi. Gitsen bile geri dönmek zorunda kalıyorsun. Haklı. Gitmeyi başarabileyim, geri döneceğim. Önemli olan gidebilmek. Bunu istiyorum. 

Hayır, uyumuyorum. Ders çalışmıyorum. Kitap okumuyorum. Boş boş bakıyor bir şeyler düşünüyorum. Düşünceler geliyor, asla gitmiyorlar. 

Bu duruma nasıl geldim bilmiyorum. Silkelen ve kendine gel deme vakti. 

20.45: Herkes ders çalışıyor. İnsanlar istedikleri üniversitelere yerleşecek. Seneye bu zamanlar kutlama yapmak istiyorum, gözyaşı dökmek değil. Kendimi derslerime vermeliyim, bunu başarmam gerek. 

22.00: Bridget Jones'un Günlüğü yorumumu yazıp yayınlamam gerek. En azından birkaç matematik testi çözdüm ve Yaren'le konuştum. Bana, beni gerçekten sevenlerin gidersem beni bekleyeceğini söyledi. Ayrıca şunu da ekledi: son sözü sen söylersin. Sanırım haklı. Son sözü ben söyleyeceğim. 

22.38: Bridget Jones yorumumu yayınladım. En azından hala birkaç iş yapabiliyorum. Bu iç karartıcı günü bir an önce atlatmak istiyorum. Yarın her şey daha güzel olacak, buna inanmam gerekiyor. 

22.44: Tamam, her şeyi rayına oturtacağım. Erken yatacağım, erken kalkacağım, interneti kısıtlayacağım. Onlarca hayata istemeden dahil olmuş olabilirim fakat isteyerek o hayatlardan çıkacağım. Başkalarının dertlerini kendime dert ettiğim sürece hiçbir şey kolay olmayacak. Benim de kendi dertlerim oluyor ve bunu kimse sormuyor. Madem öyle, bir şeyler yapmanın vakti geldi.

22.48: Dün Ezgi'ye sana bir şey anlatacağım demiştim. Sormadı. Ben de unutmuşum. Yine de sormasını çok isterdim.

22.56: Dün geceki buluşmamız geldi aklıma. Neredeyse üç buçuk saat arkadaşlarımla beraberdim, tüm takım beraberdik ve kendimi hiç bu kadar rahatlamış hissetmemiştim. Onları seviyorum. Onlar ailem, gerisi önemli değil. İki tanesiyle beş yaşımdan beri tanışıyorum, bir tanesiyle beşinci sınıftan beri. Diğerleriyle de altıncı sınıftan beri. Şimdiye kadar hiç kopmadık ve asla kopmayacağız. Bu düşünce beni kendime getiriyor.

22.58: Şimdi kalkıp hareketli bir şarkı açacağım ve kendimi tüm bu olanlara hazırlayacağım. Kendime gelmem gerek ve geleceğim. Bu günü hayatımın en kötü günü ilan ediyorum ve gidiyorum. 

23.00: Gidiyorum deyip de gerçekten gitmek hiç bu kadar kolay olmamıştı. Umarım bunu gerçek hayatımda da yapabilirim. Bir gün kendimi sosyal medya hesaplarımdan geri çekeceğim ve o zaman mutlu olacağım. Bu düşünceye nedense inanıyorum. Elbette düşüncelerimi düzeltince geri geleceğim, kendime olan inancımı toplayınca. 

OGBT #15: Bridget Jones Serisi - Helen Fielding | Bridget Jones'un Günlüğü Kitap Yorumu


    Olimpos Günceleri'nin 15. blog turu Bridget Jones Serisi'nin ilk kitabının yorumu için Apollon'un Güncesi'ndesiniiiz! Aslında Bridget Jones yorumlarımın hepsini video olarak yayınlamayı çok istiyordum fakat olmadı, umarım diğerleri için video çekebilirim. Her neyse, tüm bunları boş verelim. Ayrıca turumuzu beğeniyor musunuz? Lütfen yorum yaparak bundan haber verin çünkü bu turu elimizden gelenin en iyisini yaparak atlatmaya çalışıyoruz. Görüşleriniz önemli. Ayrıca dün OG Günlüğümü paylaşamadım, kusuruma bakmayın. Bugün yayınlayacağım onu da. 

   Of çok konuştum, daha fazla lafı uzatmadan Bridget Jones yorumuma geçmek istiyorum. 

   Bridget Jones'un Günlüğü kitabına büyük bir beklentiyle başlamıştım çünkü sevgili Afrodit'imiz İpek Bridget Jones serisini çok seveceğimi söyleyip duruyordu. Haklıydı da. Bridget Jones'a aşık oldum! Bu seriyi hala okumadıysanız, eğer gerçekten hala okumadıysanız en yakın kitapçıya gidin ve tüm seriyi alın! Bu söylediklerimde de son derece ciddiyim. 

    Şimdi ilk kitabı ele alacak olursak, ilk kitap her şeyin başlangıcı gibi kabul edilebilir. Bridget Jones'la tanıştığımız, onun renkli hayatına dahil olduğumuz bir başlangıç. Bridget, kilolarıyla başı dertte olan, yaşı otuzu geçmiş olmasına rağmen hala evlenememiş ve İngiltere'de tek başına kaldığı evde hayatını sürdürmeye çalışan birisi. Ayrıca Bridget'ın en yakın arkadaşları ise Jude, Sharon ve Tom. 

    Jude, Hain Richard denilen bir adamla sevgili ve Richard sürekli onun kalbini kırıyor. Sharon ise grubun feminist kızı. Ayrıca Sharon benim favori yan karakterim, düşünce yapısına falan bayıldım! Bir de Tom var, o da grubun eşcinsel karakteri. Tom da kızların zor zamanlarında yardımlarına koşan bir iyilik perisi diyebiliriz. 

    Yazar sonunda sizi çok şaşırtmayacak bence, son sayfalara geldiğinizde her şeyi anlayabiliyorsunuz fakat benim düşüncem şu olmuştu: "Kitap boyunca yalnızca birkaç kez adı geçen bir karakterle mi?!" 

    Bridget Jones'un Günlüğü'nü okurken sıkılabileceğiniz tek yer ilk birkaç sayfa, onun dışında kitabın akıcılığına kapılacaksınız; bana güvenin. Kitap günlük tarzında yazıldığı için bazılarınız beğenmeyeceğini düşünebilir fakat bu imkansız gibi geliyor bana. Helen Fielding kusursuz bir akıcılıkla yazmış kitabı. Zaten elinize aldığınız zaman maksimum iki günde bitireceksinizdir. 

    Karakterler son derece güzel oturtulmuştu. Bridget'ın ilişkileri, diyaloglar, olan olaylar... Hiç birisi olağanüstü değil, hepsi bizim hayatlarımız kadar gerçek. Tıpkı eleştirmenlerin dediği gibi, okurken "Bridget Jones benim!" diyeceksiniz. Ben bir erkek olmama rağmen bile bunu söyledim. Bridget Jones, hepinizin içindeki duyguları açığa çıkarabilecek bir karakter. Ayrıca kitabın kapağı son derece sade ve güzel. Düz yazı ve el yazısının güzelce kullanıldığı da bariz bir şekilde belli oluyor. Of, ben bu kitabın her şeyine aşık oldum sanırım!

    Kitaba olan puanım 5 üzerinden 5! Mutlaka ve mutlaka okumanız gerektiğini düşünüyorum! 

23 Temmuz 2015 Perşembe

OG Günlüğü | 23.07.2015

23 Temmuz Perşembe

00.12: Günlüğüme günün ilk saatlerinde başlayacağımı düşünmezdim. Televizyonda Tatlı Küçük Yalancılar başlayacak. Çoğu kişi Pretty Little Liars uyarlaması olduğu için sevmiyor fakat ben diziyi çok başarılı buluyorum. Nedense insanlarımız bir kere de olsa ne güzel yapmışlar, demiyorlar. Emily'nin Pretty Little Liars'ta eşcinsel bir karakter olması ve ülkemiz uyarlamasında Ebru karakterinde böyle bir durum olmamasına takılmışlar. Yapımcılar ellerinden geleni yapmış bence, uzatmaya gerek yok. Ah, dizi başlıyor!

00.24: Enise kendine gelmiş. Bana ses kaydı gönderdi. Teyzesi geleceği için ayılmaya çalışıyormuş. Ona söz verdim, aralarını düzelteceğim.

00.58: Toprak feels geçirirken Berke'nin attığı Snap'lere cevap veriyordum. Ardından Whatsapp'a geçtik çünkü konuşmamız gereken şeyler varmış. Tanrım, Berke'yi çok özledim. Onunla sadece dört kez yüz yüze görüştük, bu da Lady Gaga konserine gittiğim zamandı. İnternet arkadaşlıklarını seviyorum. 

01.26: Berke'yle konuştuktan sonra Kübra'ya mesaj attım. Sanırım Berke ile konuşmak isteyebilir. 

03.08: Tanrım, uyuyacağım.

11.47: Uyanmak acı verici. Üzerimdeki tüm yorgunluğu atmak için en az üç gün uyumam gerekiyor gibi hissediyorum. Bugün güya onda kalkacaktık ailecek. Uyuyakalmışız, şaşırmadım. 

12.26: Kahvaltı için gevrek almaya gittiğimde gevrek kalmadığını söylediler. Ben de mecburen peynirli açma aldım. Eve döndüğümde annemin küçük pizzalardan yaptığını gördüm. Açmaları bir kenara fırlatıp fırından yeni çıkan küçük pizzalara saldırdım. Annem bu kadar lezzetli şeyler yaptığı sürece kilo veremeyeceğim. 

12.34: Bir tane daha şey yiyemeyeceğim. 

12.35: Ah, bir tane daha küçük pizza kalmış. Sanırım yersem hiçbir şey olmaz. 

13.08: Kahvaltı bitti. Kahvaltıdayken kafamın içinde Candan Erçetin Unutma Beni söylüyordu. Şu an onu dinleyerek bu satırları yazıyorum. "Gölgen gibi adım adım/Her solukta benim adım..." diye mırıldanırken hayat ne güzel diye düşündüm. 

13.14: Nisa ve Ebru ile buluşacağım! Tanrım, işte bu! Onları çok özledim. Ebru pizza yemek istediği için Özenay'a gideceğiz. Annemden para istemeliyim çünkü tüm bayram harçlıklarımı iki gün önce Manisa'da harcadım. 

13.18: Annem tek bir şartla para verecekmiş o da temizliğe yardım edersem. İstemiyorum! Ben koskoca Apollon, ev mi temizleyeceğim, dediğimde bana öyle bir bakış attı ki evdeki Zeus'un annem olduğunu anladım. 

13.19: Süpürge tutmak istemiyorum. 

13.20: GELİYORUM ANNE! 

13.30: Şu an halamlardayız. Aile apartmanında olduğumuz için karşı dairede halamlar oturuyor, kahve içmeye çağırmış. Ben de Ayşenur Ablam da oradayken gideyim en iyisi, diye düşündüm. Muhabbet güzel, ortamlar gıcır. Bir de konu her seferinde üniversite sınavına gelmese keşke...

14.13: Kot pantolonum yok! Buluşmaya giderken ne giyeceğim ben?! 

14.14: Annem kot pantolonumu yıkamamış. Hemen kısa programa atmasını rica ettim. Sanırım artık süpürge tutmam gerek. 

15.03: Sonunda bitti! Bu bir zaferdir! Koca eve süpürge tutmak tam bir işkenceydi, tabii bu sürenin 12 dakikası boyunca Katy Perry'nin Super Bowl performansını izledim, Youtube'da gezinirken karşıma çıktı. Seviyorum bu kadını. 

15.04: Duşa giriyorum. Terden bayılacak gibiyim. 

15.46: Duştan çıktım. Saçımı yeni şampuanlamışken annem diğer taraftan suyu açtığı için soğuk su aniden kesildi ve kaynar suyun altında kaldım. O acıyla çığlık attım ve sanırım bütün mahalle beni duydu. Her neyse, umurumda bile değil. 

15.51: Saat 5'te buluşacağız ve evden çıkmama bir saat var. Üzerimi değiştirirsem terlemekten korkuyorum. En iyisi bornozumla oturup keyif yapmak. 

16.13: Telefonumdan müzik açıp bir yandan da dans ediyordum. Evet, bornozum da üzerimdeydi. Kardeşime yakalanınca onun garip bakışlarına maruz kaldım. Sanırım sadece uzanacağım. 

16.24: Ebru'yu arayacağım. Buluşup Özenay'a beraber gitmek daha mantıklı.

16.25: Ebru ne zaman ilk aradığımda telefonu açacak acaba? 

16.27: Ah, Ebru mesaj attı. Duştaymış. Şimdi geri arayabilirim. 

16.31: Ebru'yla konuştuk ve marketin önünde buluşmaya karar verdik. Evden çıkarken beni arayacak. Ben biraz daha bornozumla uzanacağım, Tanrım bu şey çok rahatlatıcı. 

16.41: Ah, Nisa Snap atmış! 

16.43: Nisa'ya bornozlu Snap attım. Mavi bornozumu tüm dünya görmeli bence. 

16.44: Tamam, sözümü geri alıyorum. İnsanlık için hiç iyi bir fikir değil. 

16.48: Nisa'ya bir tane daha bornozlu Snap atınca bana evcil kuşu Bulut'un kızgın bakan fotoğrafını göndererek şunu yazdı: "Bir an önce hazırlan, 12 dakika sonra Özenay'dayız." 

16.49: Nisa'dan korktum ve hemen kalkıp hazırlanıyorum. 

17.01: Ebru aradı! Evden çıkıyormuş, ben de çıksam iyi olur. 

17.12: Yine Ebru'yu bekliyorum. Ah sonunda gördüm. Nisa çoktan Özenay'a varmıştır. Ebru beni görünce adımlarını hızlandırdı ve ben de ona doğru yürüdüm. Kocaman sarıldığımda iki hafta görüşmememize rağmen sanki iki asır olmuş gibi hissettim. 

19.48: Evdeyim. Sanırım bu yaz tatili boyunca ilk kez evde olmak istemedim. Çok garip şeyler hissediyorum. İnternetten ilk kez böylesine nefret ediyorum. Arkadaşlarımı boşladım, bunu anladım. Uzun zamandır gülmediğim kadar güldüm, uzun zamandır eğlenmediğim kadar eğlendim. Saçma sapan fotoğraflar çekildik, sürekli kahkaha attık. Ebru ve Nisa birbirleriyle ilgili her şeyi biliyorlar. Ben de biliyorum elbette fakat son zamanlarda olanlardan çok kopuk kalmışım. 

İnternet yüzünden onları boşladım. Kendimi internetin karanlık kapılarının ardına geçmiş gibi hissediyorum. İlk zamanlar Nisa'nın ve Ebru'nun benden uzaklaştığını düşünüyordum fakat böyle değilmiş; ben onlardan uzaklaşmışım. Bir ara Ebru telefonla konuşmak için masadan kalktı ve Nisa bana şöyle söyledi: "Uzun zamandır konuşmuyoruz."

Sanırım öldüm. 

Onlara kendimi affettirmeliyim. Aslında bana kızgın değiller, bunu fark ediyorum. Yine de suçluyum, inkar edemem. Kendimi internetten uzaklaştırmam gerek. Bunu başarabildiğim gün, her şey mükemmel olacak. En azından bunları kendime itiraf edebilmek bile işe yaradı. 

Özenay'da otururken Ebru ile bir şey fark ettik. 2013'te bir fotoğraf çekilmiştik ve bunu her sene tekrarlayacağımıza dair bir söz vermiştik. Tabii Ebru ile 2013'te tanışmadık, 2009'dan beri beraberiz. 2008 de olabilir, altıncı sınıftı işte. Geçen sene tekrarlamıştık fotoğrafı fakat bu senekini Haziran'da çekilememiştik. O fotoğrafı çekildik ve hemen geçtiğimiz seneki fotoğraflarla birleştirerek Instagram'a yükledim. 

Yoldayken Nisa bir fotoğraf atmış. Üçümüze de bileklik almış, hepsi birbirinin aynısı. Ona kocaman sarılmak istedim. Nisa'yla beş yaşımızdan beri tanışıyoruz ve arkadaşlığımızın bitmesi en büyük kabusum. Aynı şehirde üniversite okuyacağız, sonra da hep arkadaş kalacağız, biliyorum. 

Yarın da tüm takım toplanacak, bugün sadece üçümüzdük. Yarın çok daha güzel olacak. 

20.03: Ezgi ile de bir şeyler kopuyor sanki aramızda. Bilemiyorum, arkadaşlık ilişkilerim fazlasıyla karmaşık. 

20.14: Demi Lovato'nun yeni klibi çıkmış, sevmedim.

21.26: Bir yandan Beyonce'in Super Bowl performansını izliyor bir yandan da Kübra ile konuşuyorum. Bu sene tatile beraber gidebilme ihtimalimiz var. Umarım birlikte gideriz, birlikte tatile çıkmayalı uzun zaman oldu. 

21.36: Tanrım, yaşanabilir yeni bir gezegen bulunmuş. Şimdiden hayal kurmaya başladım bile. Gezegen de TYPE 1 düzeyindeymiş. Muhtemelen Sanayi Devrimi'nin yeni gerçekleştiği öngörülüyormuş. Bunlar hep haber yazılarından okuduklarım. Üstelik KEPLER bize çok yakınmış. Belki de insanlık yüz yıl sonra oraya ulaşabilecek, kim bilir?

21.44: Ezgi'ye internet ile ilgili hissettiklerimi anlattım ve ne yapacağımı sordu. Ben de aynen şöyle dedim: "Siktir olup gidesim var."

21.58: Asena'nın R.I.P It or Ship It videosunu izledim. Tanrım bu kızı çok seviyoruuum! Beni etiketlememiş ama olsun. 

21.59: Tamam, olsun diyemeyeceğim. Neden beni etiketlemedi?!

22.10: Bir tane vlogger'a çok gıcık oldum, sesini beğenmedim, davranışlarını da beğenmedim ama bunu size söyleyemem. Sanırım her şeye sinir olma zamanıma denk geldi ve Ezgi'ye de sinirlendim. Of. Kafamı dağıtmam gerek. 

23.10: Bir connected hesabı açtım. Hesabımı kimseye söylemeyeceğim, bir şeylerin ardına gizlenmek fazlasıyla güzel. Birisiyle konuşuyorum ve bana, benimle konuşurken iyi hissettiğini söyledi. Garip olan şu ki ben de onunla konuşurken iyi hissediyorum. Kendimi garip bir şeylerin içindeymiş gibi hissediyorum. Sanırım bu saatten sonra olanlar yarının günlüğünde yer alacak. 

Ve ben o kişiyle konuşmaya gidiyorum. İyi hissettirmeye.

22 Temmuz 2015 Çarşamba

OG Günlüğü | 22.07.2015

22 Temmuz Çarşamba

12.26: Büyük bir baş ağrısı eşliğinde uyandım. Dünün yorgunluğunu üzerimden atamamış olduğumu fark ettiğimde haplarımı içmeyi unuttuğumu da fark ettim. Hafifçe sızlanarak yatağımda döndüm ve baş ucumdaki telefonumu aldım. Birkaç dakika daha uyusaydım 11 saat uyumuş olacakmışım... Belki de başım çok uyumaktan ağrıyordur. Her neyse.

12.37: 10 dakika boyunca telefonumda gezindim. Instagram, Facebook, Twitter derken Whatsapp'tan gelen mesajla telefonum titredi. Pınar, bizimkilerle kurduğumuz Whatsapp grubuna "Kanal D'de Aşk-ı Memnu Veda var," yazmış. Yataktan nasıl fırladığımı hatırlamıyorum. 

12.40: Tanrım, reklam varmış. Reklam bitene kadar kendime gelmeye çalışacağım. 

12.52: Kardeşim yanıma gelip kahvaltıda ne yiyeceğimizi sordu. Annem dün nöbetçiydi ve bugün de devam etmesi gerekiyordu. Babamsa evde değildi. "Bilmiyorum," dediğimde gözlerini devirip mutfağa yürüdü, ben de peşinden gittim. En sonunda ekmek kızartmaya karar verdik. Yine de ben krep yapmak istiyorum!

12.54: Reklam bitmiş! 

13.55: Bir yandan kahvaltı yaparken diğer yandan da Aşk-ı Memnu izledim. Kahvaltıda sadece ekmek yemek istemediğimden yumurta da haşladım. Biraz domates doğrayıp sallama çay yaptım. Kardeşim bunları sevmediği için sadece ekmek yedi. Bazen ona cidden şaşırıyorum. Bir insan bu kadar fazla yemek seçmemeli... 

14.36: Aşk- Memnu bitti. 

Şu an yanımda bayramdan kalan çikolatalar var ve gözlerim dolu dolu. Birisi dokunsa ağlayacak gibi hissediyorum. Bihter'in ölümünü hiçbir zaman kabullenemedim, sanırım asla kabullenemeyeceğim. Ölmeyi hak etmiyordu. Bu final bölümü bana bir kez daha aşık olanların kaybettiğini gösterdi. Çok seversen, üzülürsün. Bu kadar basit. 

Diziyi izlerken bir yandan Whatsapp grubunda Ayla, Ezgi, Merve ve Melike'yle konuşuyordum. Hepsi de Adnan Takımı'ndanmış. Moralim bozuldu. Adnan, Behlül, Nihal, Beşir, Matmazel... Hepsinden nefret ediyorum. 

14.37: Bihter'e aşığım. 

15.16: Annem nöbetten geldi. Kapıyı açmak için gittiğimde kardeşim de yanımdaydı. Parmaklarını kütletmeye başlayınca kavga ettik çünkü o sesten nefret ediyorum. Bana sinirlenince anneme kahvaltıyı hazırlarken cezvenin sapını yaktığımı söyledi. Sanırım anneme yeni bir cezve almam gerek. 

19.00: Uyumuşum. Dünkü yorgunluğum 11 saatlik uyku ile geçmemiş olacak ki üç saat daha uyumuşum. Yine de baş ağrım katlanılamayacak seviyede. 

19.01: Bir ağrı kesici almalıyım. 

19.50: Dün gelen bayram hediyesi kitaplarımın fotoğrafını çekip Instagram'a yükledim. Bookstagram'ı çok seviyorum.

19.58: Annem soslu makarna yapmış! Bu kadına tapabilirim. Uzun zamandır canım istiyordu ve mutluluktan öleceğim. Abartmamam gerektiğini kendime hatırlattım. Eğer böyle giderse asla zayıflayamayacağım. 

20.00: Annem taze fasulye de yapmış ve taze fasulye yemezsem makarna yiyemeyeceğimi söyledi. Az önce saydığım iltifatların hepsini geri alıyorum. 

20.34: Yemekten sonra oturup Instagram'ı kontrol ettim. Sevgili Afrodit İpek bana Kurtlara Söyle Eve Döndüm'ü okumam gerektiğini yoksa benimle konuşmayacağını söylemiş. Yine de Middlesex'i önce okuyacağım. Ardından hemen Kurtlara Söyle Eve Döndüm! 

20:45: Tanrım, İlayda kitaplarımın üzerine su dökülmesini istediğini yazmış. Her ne kadar şaka yollu da olsa, düşüncesi bile tüylerimin ürpermesine sebep oldu. 

21.08: Annem hazırlanmamızı söyledi. Dışarı gidip Gençlik Park'ında oturacakmışız. İstemeye istemeye hazırlandım ve bir yandan da Nisa ve Ebru'ya gelip beni kurtarmaları için mesaj attım. 

21.17: Elbette mesajımı görmediler. Mesajım iletilmemiş bile!

21.23: Kübra, kitaplarımı paylaştığım fotoğrafa yorum yapmış. Onu çok özledim, gece mesaj atacağım!

22.06: Annemi ve kardeşimi bırakıp eve geri döndüm, biraz dolaşacaklarmış. Sanırım en iyisi defterdeki günlüğü bilgisayara geçirmek. 

22.32: Enise mesaj atmış. Bir de fotoğraf atmış. Kafalar bin beş yüz dolaşıyor sanırım, o fotoğraftan bunu anladım. 

22.56: Nisa mesajımı görmüş ve dalga geçercesine "Ben haftanın yedi günü anne ben Gençlik'e gidiyorum diyerek evden çıkıyorum," yazmış. Aramız son zamanlarda eskisi gibi iyi değil ve sanırım bunun suçlusu benim. Kendimden nefret ediyorum. 

23.01: Enise, küs olduğu arkadaşına ses kaydı atacağını söyledi. Tanrım... Kafası güzel olduğu için böyle düşünüyor, pişman olacak. Onu vazgeçirmeliyim. 

23.07: Sanırım bu saatten sonra hayatımda pek bir şey olmayacak. Olacaksa bile yarın yazarım. En iyisi günlüğümü artık paylaşmak. 

***

Herkese merhaba! Bizler Olimpos Günceleri olarak tıpkı Bridget Jones gibi tur boyunca günlük tutup bunları sizlerle paylaşmaya karar verdik. Umarız ki beğenerek günlüklerimizi okursunuz. Ah, Bridget Jones turumuzu da umarım beğenirsiniz. Yarın yeniden görüşmek üzere! 

4 Temmuz 2015 Cumartesi

Kitap Yorumu #12 | Bir Artı Bir - Jojo Moyes


Bir Artı Bir
Sayfa Sayısı: 464
Yazarı: Jojo Moyes
Yayınevi: Pegasus Yayınları

TANITIM
Tatlı bela bir kadın…

İki çocuğuna bakmak için deliler gibi çalışan ve baharın gelmesini dört gözle bekleyen Jess Thomas bugüne kadar hayatındaki tüm zorlukların üstesinden tek başına gelmiş. Ama artık 
birinin ona yardım istemenin kötü bir şey olmadığını anlatması gerekiyor…

Ve hayatı alt üst olmuş bir yabancı…
Yıllar boyunca çalışıp kazandığı her şeyi kaybetmesine neden olabilecek inanılmaz bir hata yapan Ed Nicholls bir uçurumun eşiğinde. Hatasını telafi edebilmesi için tek bir kurtuluş yolu var ve o yol da büyük bir maceranın içinden geçiyor…

Sonuç…

Jess birine borçlu kalmak istemeyecek kadar gururlu, Ed ise kendi sorunlarından başka hiçbir şeyi görmüyor… Peki, apayrı dünyalara ait bir kadın ve bir adam yan yana geldiğinde beklenmedik bir sürpriz gerçekleşebilir mi?

Herkese merhaba! Apollon'un bu kadar sık kitap yorumu paylaşmasına alışık değilsiniz biliyorum, ben de alışamadım henüz. (Gerçi iki tane oldu nazar değmesin.)

     Bugün ise Jojo Moyes'un ülkemizde basılan son kitabı olan Bir Artı Bir'i yorumlayacağım. Vakit kaybetmeden de yorumuma geçmek istiyorum. 

     İlk olarak kitabın kapağıyla başlayacağım yine. İlk bakışta kapaktaki küçük resimler size biraz mantıksız gelebilir fakat kitabın içeriğini oldukça iyi yansıttığını söylemem gerek. Ayrıca kapağın renk uyumu ve baskısı da son derece kaliteli. 

     Kitabımızın ana kahramanı diye bir şeyden bahsetmek oldukça güç çünkü kitaptaki herkes ana karakter. Kitap dört kişinin anlatımıyla sürüyor sürekli. Bu dört kişiden bahsedeyim hemen. Jess Thomas, iki sene önce eşi Marty'den ayrılmış ve kızı Tanzie ile birlikte yaşıyor. Aslında sadece Tanzie ile yaşıyor diyemeyiz. Bir de Nicky var. Nicky ile olan ilişkileri ise biraz değişik. Nicky, Jess'in eski eşi olan Ricky'nin eski sevgilisinin oğlu. Nicky'nin annesi ortadan kaybolunca -belki de ölmüştü tam hatırlamıyorum şu an- Nicky'yi babasının yanına vermişler ve babası Jess'i terk edince Nicky, Jess ve Tanzie ile birlikte yaşamaya devam etmiş. 
     Jess öz kızı ile üvey oğluna bakabilmek için gündüzleri temizlikçilik yapıyor, akşamları da bir barda çalışıyor. Sürekli geçim sıkıntısı çekiyor ve bu yüzden fazlasıyla agresif. Tüm bunların yanı sıra, çocuklarının yanında güçlü görünebilmek için daima iyimser davranıyor, elbette bir yere kadar.
     Bir de Ed Nicholls var. Bu karakterin soyadını duyduğumda ona olan sevgim arttı diyebilirim. En sevdiğim yazar olan David Nicholls ile aynı soyadı taşıyor çünkü. Her neyse, konumuz bu değildi. Ed Nicholls, bir bilgisayar mühendisi ve arkadaşıyla birlikte kurmuş olduğu şirkette çalışıyor. Bir anda hiç beklenmedik bir hata yapıyor ve içeriden bilgi ticareti ile suçlanıyor. Ardından avukatı tarafından kafasını dağıtması için Jess ve iki çocuğunun da yaşadığı yere geliyor. amacı yalnızca bir süre tatil yapmak. 
     Olayların kilit ismi Jess'in kızı Tanzie. Tanzie tam bir matematik dahisi. Okulundaki matematik öğretmeni onun ilkokuldaki birine göre çok daha fazla matematik yeteneği olduğunu ve civarın en iyi okulu olan St. Anne's'e gitmesini istiyor. St. Anne's Koleji de Tanzie'ye o güne kadar kimseye vermediği kadar büyük bir burs veriyor. Yine de büyük bir sorun var ki Jess'in bütçesi Tanzie'yi, verilen bursa rağmen, o okula gönderecek kadar çok değil. 
     İşte olaylar tam da burada başlıyor. Tanzie hayallerindeki okula gidebilmek için İskoçya'daki bir matematik olimpiyatına katılmalı ama Jess'in eski arabası onları İskoçya'ya götüremeyecek kadar kötü durumda. O an sırtında peleriniyle Ed Nicholls beliriyor. TA DAA!

     Araba yolculuğuyla dolu harika bir kitaptı ve ben okumak istiyorsanız bir an önce ALIN diyorum. Jojo Moyes'un kalemi daha da olgunlaşmış, iyice akıcı bir hal almış ve kurgusu tam anlamıyla oturmuş güzel bir kurguydu. Kitaba başladığım gibi bitti demek de mümkün elbette. 

  Benim kitaba puanım: 5 üzerinden 5! 

2 Temmuz 2015 Perşembe

Kitap Yorumu #11 | Olur Böyle B*ktan Şeyler - Rick Springfield


Olur Böyle Boktan Şeyler
Sayfa Sayısı: 328
Yazarı: Rick Springfield
Yayınevi: Parodi Yayınları

     Herkese koskocaman bir merhaba demek istiyorum! Blogda yorum girmeyeli neredeyse bir ay olmuş! -Gerçi bu neredeyse bir ayın iki haftası benim bilgisayarım yoktu ya, olsun.- Apollon bugün sizlere son zamanlarda herkesin dilinde olan Olur Böyle B*ktan Şeyler'in yorumunu yapacak! Çok geçmeden başlayalım bakalım.
   
     "Hayatınızın en berbat günlerini yaşıyorsunuz. Tam olarak dibe vurmuş durumdasınız. Sonra aniden karşınıza bir telefon numarası çıkıyor. Arıyorsunuz. Telefonun diğer ucunda hiç tanımadığınız bir ses: Tanrı'nın sesi. Muhtemelen bunun bir şaka olduğunu düşünüyorsunuz. Ya da belki de delirdiğinizi. Fakat bu ne bir şaka ne de siz keçileri kaçırdınız. Sahi, o numarayı yeniden aramaya cesaret edebilir miydiniz? ''Konuşmamız gerek Tanrım. Aslında bunu çok daha önce yapmamız gerekirdi ama beni ciddiye almadığının farkındayım. Oradan nasıl göründüğü hakkında en ufak bir fikrim yok ama bilmeni isterim ki buradan bakıldığında işler pek de yolunda gitmiyor. Yani dünyayı diyorum. Farkında mısın bilmiyorum ama boka batmış durumdayız. Hey, sana söylüyorum, beni duyuyor musun? Ah hadi ama... Kontör tam da bitecek zamanı buldu. Hey Tanrım, bir dahaki sefere ben çaldırsam sen beni arar mısın?''

     Kitabı İzmir Kitap Fuarı'ndan almıştım ve Haziran'ın başına doğru okuma kararı aldım. Son derece ilgi çekici görünüyordu, kabul etmeliyim. Ayrıca sevgili Afrodit'in övgü dolu yorumunu görünce gidip bu kitabı almalıyım diye düşündüm -ki aldım da. Eğer siz de almayı düşünüyorsanız ALMAYIN. 

     Bu kitaba o kadar büyük bir beklentiyle başlamama rağmen fazlasıyla sıkıldım. Konusunu okuyunca çok eğlenceli bir kitap olabileceğini ve kısa sürede bitirebileceğimi düşündüm fakat hayır, olmadı. Kitabın yalnızca ilk 44 sayfasına kadar gelebildim. 

     Kitabımızın baş kahramanı olan adam -ismini bile unuttum- bir telefon numarasını arıyor ve karşısında çıkan ses Tanrı'nın sesi imiş. Tanrı'yla konuşuyor, dertlerini anlatıyor falan filan. Bir de kendi kendine geçmişi düşünüyor, parça parça olaylar anlatıyor derken kitap iyice karışık bir hal almıştı. Belli bir yeri okurken duraksıyor ve "Buraya nasıl geldik?!" diye düşünerek sayfaları geri çeviriyordum.  

      Yazarın kalemi güzel değil, olaylar fazlasıyla kopuk ve kapak ne kadar güzel olsa da kitabın içi boş. Belki de bu kitabı beğenmemiş olmamın bir diğer sebebi de sınav haftam da okuyor oluşumdur -ki yine de böyle olduğunu düşünmüyorum. Yazarın üslubu da bir ilkokul çocuğunun üslubundan farksız benim gözümde. Eminim altıncı sınıfa geçen kuzenim bile en az Rick Springfield kadar bir şeyler yazabilir. 

     Kitaba puanım 5 üzerinden 1 ve bu bir puanı da yalnızca kapak yüzünden veriyorum. Bu arada, Instagram hesabımda (@apollonguncesi) Benim Uzak Yıldızım çekilişi düzenliyoruuum! Katılmak isterseniz buraya tıklamanız yeterli. Bir diğer kitap yorumunda görüşmek üzere!